#214, Sırça Fanus (The Bell Jar) - Sylvia Plath
Esther Greenwood, bir burs ile bir aylığına New York'a gitmeye hak kazanan on iki kız öğrenciden biridir. Buradaki bir ay süresince moda dergisinde çalışacaktır. Diğer burs kalanlarla yurt gibi bir otelde kalmaktadırlar. Arkadaşlıklar güzeldir, kaldığı yer güzeldir, işi ve bursu sayesinde hediyelerin ve etkinliklerin tadını çıkarmaktadır. New York Esther’i etkisi altına almıştır.
Bursunun süresi bitip de eve döndüğünde Esther’i kötü bir haber bekliyordur: Başvurduğu yazarlık dersine kabul edilmemiştir. Böylece New York'a geri gidemeyecektir. Bundan sonra ne yapacağını kestiremez ve ağır bir depresyona girer. Uyuyamıyor, okuyup yazamıyordur. Psikoloğa gider ama doktor yüzünden durumu daha da kötüleşir. Esther’in hastaneye kapatılmasına karar verir. Ama hastanedeki şok tedavisi büyük bir travmaya neden olur. Ondan sonra sürekli hayatını sonlandırmayı düşünür.
Esther’in kitap boyunca birçok ikilemde kaldığı kolayca anlaşılıyor. Evlenmek, evlenmemek; şehirde yaşamak, kasabada yaşamak; partiye gitmek, odasında kalmak... Arada kişiliği ve birbirinden farklı davranışları konusunda da ikilemde kalıyor gibidir, bu kitabın birçok yerinde Esther’in depresyonun yanında bipolarlığı olup olmadığını da sorgulamama yol açtı. Ben olduğunu düşünüyorum.
Kitabın sonu benim için net değildi. Esther hastanede kalmaya devam edecek miydi yoksa gerçekten artık iyi mi hissediyordu? Peki sonrasında başına ne gelecekti?
Bu kitabın toplumsal açıdan ya da kitabın kadınlara bakış açısından birçok kişi tarafından incelendiğini duymuştum. Ben bunu yapmayacağım, nasıl yapılır onu da bilmiyorum. Tek bahsedebileceğim bu kitabın beni nasıl hissettirdiği. Ki bu da pek iyi değil. Hızlı okuduğuma memnun olduğum bir kitaptı. Kitabın yarısından sonra daha net bir şekilde kendini gösteren karanlık düşünceler insanı etkisi altına alıyordu. Oturduğum yerde zor nefes aldığımı hissettiğim anlar oldu.
Sylvia Plath daha önce okuduğum ve hayatından haberdar olduğum bir yazardı. Bu nedenle ondan böyle bir kitap çıkmasına şaşırmadım. Kitabın insanı bu kadar etkisi altına alma sebebi belki de yazarın gerçekten bu duyguları yaşamış olmasından geliyor olabilirdi.
"Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum."
"Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup 'İyiyim' demenizi beklemeleridir."
"Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da başparmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi."
"Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düştür."
"Kendimi koşu yolu olmayan bir dünyada yaşayan bir yarış atı gibi hissediyordum ya da üniversitede futbol şampiyonuyken birden kendini Wall Street'te bir takım elbisenin içinde buluveren ve parlak günleri bir mezar taşının üzerine kazınmış tarih gibi şöminesinin üzerindeki altın kupada kalan biri gibi."
Yorumlar
Yorum Gönder