#133, The Pale Blue Eye - Louis Bayard

        Kitap, ana karakter Augustus Landor'ın başından geçenleri anlatmasıyla, 26 Ekim 1930'da başlıyor. Augustus Landor eski bir dedektiftir ama sağlığı için emekli olup Hudson Highlands'a yerleşmiştir. O gün Buttermilk Falls'taki yürüyüşünden dönerken evinin önünde üniformalı birinin durduğunu görür. Bu kişi Teğmen Meadows'tur. Albay Thayer'ın onu bir görüşme için yakınlarda bulunan West Point Academy'ye çağırdığını söylemek için gelmiştir. Birlikte arabaya binip bir buçuk/iki saat uzaklıktaki bu harp okuluna giderler.

        Landor'ın buraya çağırılma nedeni, okul sınırları içinde bir öğrencinin ölümüyle ilgilidir. Her ne kadar bir öğrencinin kendini asmış olması tek başına tuhaf ve beklenmedik olsa da, burada asıl problem bu öğrencinin cesedinin bir süreliğine ortadan kaybolması, sonra da kalbi yerinden oyulmuş olarak bulunmasıdır. Landor, bu olayı gizlice araştırmayı kabul eder. 

        Bir süre sonra yanına Poe adında genç bir öğrenci yaklaşır (evet, bu Edgar Allen Poe'dan başkası değildir), Landor'a olay ile ilgili öğrenciler arasında duyduklarını anlatır. Bu ipuçları Landor'ın işine yarar. Sonra birkaç sefer daha karşılaşırlar. Poe Landor'un ilgisini çeker. Okul yönetimindekiler Landor'ın öğrencilerle yalnız görüşmesini istemedikleri için Landor bir teklifte bulunur. Poe, Landor'ın asistanı olacak, öğrenciler arasında olup bitenleri ona anlatacaktır. Bu kabul edilir, Poe ile Landor bu cinayeti araştırmaya başlarlar.


        Kitabın giriş cümlesi gerçekten etkileyici, merakımı sonuna kadar körükledi. "April 19th, 1831. In two or three hours... well, it's hard to tell... in three hours, surely, or at the very outside, four hours... within four hours, let us say, I'll be dead." Ve böyle bir girişten sonra bir kitabın kötü olma ihtimali yoktu.

       Kitabın çok detaylı bir anlatımı vardı. Bu tarz dedektiflik/polisiye kitaplarında çok takdir ettiğim bir özellikti ve okumayı çok daha keyif alınabilir bir hale getirmişti. Olaylar olurken kendimi orada hayal edebilmem çok kolay oldu. Belki iki yüz yıl öncesinde geçiyor oluşundan olabilir, arada anlamını bilmediğim kelimeler denk geldi. Ama bu hemen çeviriye bakıp devam edilemeyecek durumlar değildir, kesinlikle kitaptan genel olarak keyif almamı engellemedi.

        Augustus Landor güzel düşünülmüş, gözünden olayları okuması zevkli bir karakter. Düşünce tarzı ve detaylara yaklaşımı hoştu. Konuşmaları yönlendirişi ve olayları anlatışı insanı içine çekiyordu. Edgar Allen Poe olaylara çok çekici bir hava vermişti. Aralarda şiirlerinden bahsedilmesi, olaylara farklı bakış açısı, daha önce diğer filmlerde/kitaplarda denk geldiğim karakter özellikleriyle uyumluydu. Tam olmasını beklediğim bir genç olarak anlatılmıştı.

        Kitabın konusu ve ilerleyişi o kadar sürükleyiciydi ki mecbur olmadığım sürece elimden bırakmak istemedim. Her sayfada ayrı bir gizem vardı. Kafalardaki sorular giderek artıyordu. Cinayet şüphelileri giderek değişse de kitabın yarısından sonra bazı şeyler yerleşmeye başladı. Birkaç sağlam şüpheliye ulaşıldı. Poe bunların ortasında ilginç plot twistlere neden oldu diyebilirim. 

        Ve kitabın bitişi... Sonunun böyle olacağını gerçekten düşünmemiştim. Harikaydı.


        "I believe we create... magnetic fields for the people we love. So that no matter how far they travel--no matter how much they resist our pull ─ they must come back to us in the end. They cannot help themselves, any more than the moon can stop orbiting the earth."


        "You may dance with a leaf, and flirt with a bar, but reserve your best smile for the eagle and star."


        "No one but me, I suppose, and even I didn't... I didn't know it, I only saw it. Before I knew what I was seeing."


        "Some people, I think, can build up secrets like layers of shale--pile them higher and higher, I mean, and let nothing crack. Others need only the lightest tap to bring their whole edifice down."


        "I've always regretted that the people most likely to tell you about a dead man are the people who knew him least--that is, the ones who knew him in the last months of his life. To unlock a man's secrets, I've always thought, you must go back to that day when he was six and wet his pantaloons in front of the schoolmistress, or to the first time his hand found its way to his nether parts... the small shames driving us on to the big ones."



        6 Ocak 2023'te yayınlanan filminden bahsedecek olursak, aralarda kesintilere gidildiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni kitabın iki saatlik bir filme sığdırılamayacak kadar uzun yazılmış olması olsa gerek. Bu nedenle birkaç önemli ayrıntı atlanmış gibi geldi. Detayların aralarda kaybolmaması için de bazı olaylar birbiriyle bağlanmıştı. Birkaç bölümlük dizi yapılsa kesinlikle izlenirdi, en azından hakkı verilmiş olurdu.

        Poe, Landon ve Lea rolleri için oyuncu seçimleri çok güzel yapılmıştı. Geri kalanlar hayalimdeki gibi değildi ama gözüme çıkıntılık yapacak gibi kötü de değillerdi. Poe ilk görüşte Lea'ya aşık oldu, bu kitaptaki olanlara göre çok farklı. Kitabı okurken Lea ve yakınındaki erkekler arasındaki ilginç dinamiği hissedebiliyorsunuz ama filmde bunu görmek pek mümkün değildi. Landor ve Poe arasındaki ilişkiler de aynı şekilde. Sonuçta birlikte aylar geçirdiler, en sonunda arkadaş olmuşlardı. Bunlar gibi birçok - bence - önemli detay filmde yoktu ve bu da filmi sadece birbirini takip eden olaylara dönüştürmüştü. Derinlikten uzaktı. Sonu da aceleye gelmişti, maalesef.

        Çoğu zaman, çoğu kişi aynı şeyi söyler ve burada da aynı şey geçerliydi: Kitap filmden daha iyiydi. Gerçi Christian Bale'in oyunculuğu takdir edilesiydi. Sırf onun için bile izlemeye değer.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#130, The Rory Gilmore Reading Checklist, 2022 Yıl Sonu Güncellemesi

#141, Daisy Jones & The Six - Taylor Jenkins Reid

#140, Twisted Hate - Ana Huang (Twisted #3)

#150, Killing Sarai - J.A. Redmerski (In the Company of Killers #1)