#195, Silahlara Veda (A Farewell to Arms) - Ernest Hemingway

        Birinci Dünya Savaşı çıktığında İtalya’da bulunduğu ve İtalyanca da bildiği için burada orduya katılan Amerikalı Teğmen Frederic Henry, ambulans ve hasta taşımacılık görevlerini üstlenmiştir. Savaşta İtalyanların Avusturyalılara karşı üstünlük elde ettiği, son zamanlarda da yavaşlamalar yaşandığı konuşulmaktadır. Henry, oda arkadaşı Rinaldi ile cephede olmadığında olabildiği kadar hayatın tadını çıkarmaya çalışmaktadır.

        Henry, aldığı izin bitip de odasına döndüğünde Rinaldi ona iki güzel hemşireyle tanıştığını, bir sonraki buluşmaya onun da gelmesini istediğini söyler. Henry onunla gider ve hemşire Catherine Barkley ile tanışırlar. Catherine İngiliz gönüllülerindendir ve Rinaldi’nin aksine Henry onunla aynı dili rahatça konuşmaktadır. Bir süre arkadaşlık ederler, zamanla Catherine Henry’ye bağlanır. Henry içinse bu durum zamanla değişse de ilk başlarda gönül eğlendirme şeklindedir.

        Bir sabah Henry yaralıları taşımak için cepheye gittiğinde havan topuyla ağır şekilde yararlanır. Ameliyat olması gerekmektedir. Diğer askerlerin onunla ilgili övgüleri sayesinde sahra hastanesinden Milano’daki yeni yapılan Amerikan hastanesine gönderilir. Catherine, kendisine cephede daha fazla ihtiyaç duyulmadığı için Amerikan hastanesine gönderilir. Henry, Catherine’in odasının kapısından girdiğini gördüğü anda ona aşık olur. 

        Bu, Hemingway’in okuduğum ikinci kitabıydı (ilki Yaşlı Balıkçı ve Deniz’di) ve önceki kitabı daha çok beğenmiştim. İki kitap da birbirlerinden çok farklıydı. Ortak yanlarına bakarsak, herkesin özellikle bahsettiği betimlemelerin güzelliği ve dilin sadeliği belliydi. Kesinlikle kitabı okurken kendimi savaş alında ya da hastane odasında hissedebiliyordum. 

        Pek hoşuma gitmeyen tarafıysa, ki Yaşlı Balıkçı ve Deniz kitabında da bu vardı ama bu kitap daha uzun olduğu için daha belliydi, konuşmalardı. Konuşmalar hoş değildi. Biraz zorlama, biraz da yapmacık hissettirdi. Kitabın orijinal dilinde nasıl bilemiyorum, çeviri yüzünden de olabilir, ama okuduğum kadarıyla özellikle Catherine ve Henry arasındaki konuşmalar çok hoşuma gitmedi. 

        Olay örgüsü gerçekçi ve güzeldi. Güzel anlatılmıştı. Kitabın çok çok fazla farklı sonunun yazıldığını öğrendiğimde heyecanlanmıştım ama diğer sonlara göz attığımda pek de beklediğim gibi olmadığını öğrendim. Hayal kırıklığı yaşadım. Farklı bir son daha hoş olurdu ama neden yazarın böyle bitirdiğini de anlıyordum.



        "Dünyanın üzerimde döndüğü birçok geceler geçirmiştim. Karanlıkta dünya insana zaten masal gelir, geceleri hiç bir şeye aldırmazsınız; sabahleyin ise kaygılarınız yok olup, gitmiştir. Bazen her şey çok güzeldir, sevgi doludur. Sokağa çıktığınızda bir gün daha başlar ve arkasından bir gece daha. Geceyle gündüz arasındaki farkı anlatmaya çalıştım. Gece iyidir ama gündüz de temizdir."


        "Biz hiçbir şeyin önemsenmediği bir ülkede yaşıyoruz."


        "'Cesurlara bir şey olmaz.'
        'Ne olacak, ölürler.'
        'Ama bir kere.'"


        "Yo yo, yaşlılar akıllı olur derler ya bakmayın siz, kocaman bir yalandır o. Yaşlanmakla akıllanmaz insan. Olsa olsa ayaklarını daha denk alıp önlemi elden bırakmazlar, o kadar."


        "Türkiye'ye de savaş ilan edip etmeyeceğimizi sordular. Orası kuşkulu, dedim. Hindi (Turkey) bizim ulusal kuşumuzdur dedim ama bu sözcük oyunu İtalyancaya pek iyi çevrilemediğinden, şaşırdılar. Ben de, evet, Türkiye ile de savaşa gireceğimizi sanırım demek zorunda kaldım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#130, The Rory Gilmore Reading Checklist, 2022 Yıl Sonu Güncellemesi

#141, Daisy Jones & The Six - Taylor Jenkins Reid

#133, The Pale Blue Eye - Louis Bayard

#140, Twisted Hate - Ana Huang (Twisted #3)

#150, Killing Sarai - J.A. Redmerski (In the Company of Killers #1)