#182, En Karanlık Günah (The Darkest Temptation) - Danielle Lori (Made #3)
Mila Mikhailova, yirminci yaş gününü Miami'de, ilk defa babası yanında olmadan geçirmiştir. Babasının işi yüzünden Rusya'ya sık gidişlerinin gerekliliğinin farkındadır ama babası ilk defa bu kadar uzun süredir geri dönmemiştir ve ilk defa doğum gününü kaçırmıştır. Mila onun için endişelenir. Yarın da babasının ona uygun gördüğü adamın evlenme teklifi edeceğini düşünmektedir. Böylece gece, evdeki korumalara hissettirmeden uçağa atlar ve doğum yeri olan ama hiç bilmediği Rusya'ya gider.
Mila, Rusya'da babasının aslında annesiyle evli olmadığını ve başka bir ailesi olduğunu öğrenir. Annesi ünlü bir opera sanatçısıdır, Mila'nın doğumundan kısa süre sonra ölmüştür. Ona bunları anlatan adam annesinin resmini gösterir, Mila annesinin aynısıdır. Adam hemen gitmesini yoksa iyi olmayacağını söyler, Mila'yı kapı dışı eder. Elinde küçük bir çanta, ince bir montuyla okuyamadığı tabelalar arasında soğukta dolanırken saldırıya uğrar. Bir adam onu kurtarır ve Mila'nın tesadüfen bir kapıdan içeri girmesiyle bayılması bir olur. Adamın adı Roman'dır, doktor çağırır, ona bir oda tutar. Birkaç gün onunla ilgilenir, birlikte vakit geçirirler. Mila ondan hoşlanmıştır.
Mila birinin onu takip ettiğini fark edip de Roman'ın yanına koştuğunda, onu restoranında bir adama işkence ederken bulur. Roman onu orada bayıltır ve sonrasında Roman'ın gözünden gerçekleri öğreniriz. Mila'nın annesi zamanında bir sadisttir ve birçok insana birçok kötü şey yapmıştır. Mila'nın babası da bir mafya babasıdır ve annesiyle babası böyle kanlı işlerde birbirlerine yardım etmişlerdir. Bu olaylardan biri de Pasha adındaki, Roman'ın tanıdığı bir çocuktur. Roman onun intikamını almak için Mila'yı evine hapseder. İlk başta Ronan ona ne kadar sert davransa da Mila'nın annesi ve babası gibi olmadığını, onu kırmak için başka yöntemler denemesi gerektiğini fark eder. Böylece bu yeni yöntemler de ikilinin birbirlerine aşık olmasına doru yönelir.
Bu kitabı kısa bir şekilde anlatmak istersem seçeceğim kelimeler 'Stokholm Sendromu' olurdu. Gerçi Mila'yı yadırgayamıyorum. Sonuçta bir yanda onu yıllarca kandırdığını öğrendiği, gerçekten kirli işlere bulaşmış babası; diğer tarafta intikam için onu evine hapseden ama pek de hapismiş gibi davranmayan Ronan. İki kötü arasından daha azını seçmek gibi bence.
Ronan'ın zamanla Mila'ya çok daha iyi davranması ve ikilinin birbirlerine aşık olması kaçınılmazdı. Mila o kadar sevecen, saf, iyi yürekli biri olarak anlatılmıştı ki... Ronan'ın, onun her yaptıklarına rağmen özür dileyip ağlayan bu kız karşısında yumuşamaması mümkün olamazdı. Belki de bu kitabı insanların bu kadar sevmesindeki neden de budur. Herkesin kötülerin kalbinin aşk karşısında sihirli bir şekilde yumuşayacağına olan inanç.
Serinin bu üçüncü kitabını öncekilerle karşılaştırırsam, kesinlikle içlerinde en karanlık olan buydu. Kızı gece üstünde atletle karların içine atıp neredeyse hipotermi geçirmesine neden olacak bir adamdan bahsediyoruz! En beğendiğim ilki, sonra ikincisi, en son da bu geliyor sanırım. Gerçi Mila'yı gerçekten sevdim. Çok sıcak bir karakterdi. Her şeyde bir pozitif yan buluyordu. Ronan gibi soğuk Rus mafya babasını, kitabın sonundaki haline ancak o getirebilirdi.
Ronan'ın bir önceki kitaptaki Christian'ın kardeşi olduğu notunu geçmeme gerek var mı bilmiyorum. Kitapta Chrisian, Gianna ve kızlarının olduğu bölümleri de görmek güzeldi.
"Moonlight played across her body as if it loved her. Venomous snakes had stripes; Mila glowed. The only shadows that touched her were mine."
"The moonlight loved her. But not as much as my shadows."
"Lions don’t lose sleep over the opinions of sheep."
"Heavy breaths and Russian words. Stars on his shoulders. Stars in my eyes."
"'I believe in happily-for-nows. They’re . . . real. Unique.' Dropping my necklace, I glanced at him, warmth and lightness pervading every cell in me. 'I like unique.'"
Yorumlar
Yorum Gönder